Bir çoğumuz hatırlar, çocukken turfanda
meyveler çıktığında annelerimiz ya paylaş, ya da dışarıda yeme! Derlerdi.
Evde pişen yemekten yoksul komşunun hakkı
ayrılırdı.
İnsanların fiziksel özellikleriyle alay
edilmez, bir insan herhangi bir kusur işlemişse görmezden gelinirdi.
Bir elin verdiğini diğeri duymasın diye
büyük çaba sarfedilirdi.
Çocuklar arkadaşlarını
şikayet ettiklerinde aileler, affetmenin büyüklük olduğunu hatırlatır,
isterlerse barışmaya aracı olmayı teklif ederlerdi.
Ne zamanki popüler söylemler gündeme
gelmeye, evden eve dolaşmaya başladı, öğütler içerik değiştirir oldu.
Özellikle İTHAL psikolojik akımlar bireyi
“ben”i hayatın merkezine yerleştirdi. Aileler şu öğütleri verir hale geldi:
--Önce sen mutlu ol!
--Sakın kendini ezdirme!
--Öfkeni içinde tutma!
--En önde ol!
--Gittiğin her toplulukta
fark etsinler; ne kadar zevkli, becerikli ve hoş olduğunu!
--Biz başkalarını düşüne
düşüne bu hale geldik, sen bu hataları yapma!
SANIRIM;
--Kendini ezdirme derken,
başkalarını da ezme demeyi
--Sen mutlu ol derken,
başkalarını mutsuz etme
--Öfkeni içinde tutma derken,
olur olmaz patlamalar yaşama
--Farkedilmek güzeldir ama alçak gönüllülüğün tadı başkadır demeyi
--Doy ama diğerlerini de
unutma,
--Acınacak hale gelme ama zor
durumdakilere destek ol
--Merhamet et ki merhamet gör
demeyi,
unutmaya başladık. İnsan ben
olarak doğar, biz olarak büyür –güçlenir ve güzelleşir.
İçinde bulunduğumuz şu zor günlerde
yeniden biz olabilme gücü ve bilincine erişebilmek dileğiyle…
BELGÜZAR AYYILDIZOĞLU